Her halükarda bunlar çok uzun süreler. Kurtuluş savaşımıza liderlik edip Cumhuriyetimizi kuran Atatürk’ün iktidarı bile topu topu 15 yıl sürmüştü. Osmanlı devletinin fütuhat politikasının yönünü değiştirip Mısır, Suriye ve Arabistan’ı topraklarına katarak Kızıl Deniz üzerinden Avrupa güçlerinin açık denizlerdeki ticaret rotasına müdahale eden Yavuz Sultan Selim yalnızca sekiz yıl saltanat sürdü.
Keza kendi zamanındaki bilinen dünyanın neredeyse tamamını ele geçirmiş olan Büyük İskender’in hükümdarlık süresi de yine sekiz yıldı. Anadolu’yu fetheden Alparslan ise toplam 12 yıl tahtta kaldı.
Devlet yöneticileri ile aynı kategoride zikredilmesi belki doğru olmaz ama Medine’de Hz. Peygamber’in liderliğinde yeni bir toplum modelinin, yeni bir hukuk anlayışının ve yeni bir ahlak sisteminin inşası on yılda tamamlanmıştır.
Tarihi süreçlerde on yıllar, yirmi yıllar yeterince uzun sürelerdir. Bilhassa ne yaptığını, ne yapacağını bilen ve kafasında belirli bir vizyon olanlar için… Dolayısıyla AK Parti iktidarlarının ömrü hiç de kısa değil. Peki bu uzun iktidar yıllarında yapılıp edilenler ülkeye ne verdi kalıcı anlamda?
İlk dönemlerindeki ekonomik performansı saymıyorum. Çünkü hem kendi programları değildi uygulanan hem de kalıcı olmadı yapılanların hiçbiri. Zaten sonradan tam ters yöne giden bir yola girdiler.
Yalnızca ekonomi alanında değil, her alanda ve her konuda AK Parti iktidarlarının ilk on yılıyla ikinci on yılı arasında görülen yol ve yön tercihi uyumsuzlukları üzerinde durmayacağım bu seferlik. Üzerinde durulması gereken konu, bu süreçte ülkeye ne verildiği.
Dünyadaki teknolojik gelişmelere paralel şekilde cep telefonunun yaygınlaşması veya internet kullanımının artması gibi hadiseleri hükümetin başarısı olarak gösterme kurnazlığı sorumuza cevap olarak kabul edilemez tabii.
Aslında büyük ölçüde Türkiye’deki siyasi ve sosyal yapının doğal evrimi sayesinde mümkün hale gelen başörtüsüne serbestlik başta olmak üzere Ayasofya’yı açmak, semt okullarını İmam hatip liselerine dönüştürmek gibi kendi taraftar kitlesini memnun eden uygulamaları bir yana, ülkenin geneli ve bilhassa gelecek nesiller için neler yaptığı sorumuz…
Dindar-muhafazakar kesimin sorunlarının çözülmesi elbette takdir edilmeli. Ama şikayetleri giderilen bu kesimin kendi sorunları çözüldükten sonra ülkeye ne verdiği de sorgulanmak durumunda. Üstelik “medeniyet iddiası” falan gibi büyük büyük laflar edenlerin soyut evrenlerinden çıkıp ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını bize somut olarak anlatabilmeleri gerekir.
AK Parti kadrolarının ve “temsilcisi oldukları dindar camianın” söz konusu uzun iktidar sürecinde hangi kalıcı değerleri ülkeye kazandırmış olduklarını söyleyip göstermeleri lazım.
Şu sorulara cevap vermeliler:
Anılan dönemde yeni bir ahlak anlayışı mı, örnek bir yönetim modeli mi, yoksa vatandaş ve millet olma bilinci mi gelişti toplumda?