TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 14.Büyükelçiler Konferansı kapsamında büyükelçiler ile TBMM’de bir araya geldi. Kurtulmuş, burada yaptığı konuşmada şunları kaydetti:
“HEMEN HEMEN HİÇBİR GÜNÜMÜZ, ARKAMIZA YASLANARAK HUZUR İÇERİSİNDE, GÜNÜMÜZÜ GÜN EDEREK GEÇİRDİĞİMİZ BİR GÜNÜMÜZ OLMAMIŞTIR”
“Demokrasinin gereği olarak güçler ayrımı prensibi dikkat etmemiz gereken ana kurallardan birisidir. Yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden bağımsız olması ayrıca güçler ayrımı prensibi içerisinde, kendi kuralları içerisinde hareket etmesi doğrudur. Ama güçler ayrımı güçler çatışması noktasına gelmeden bir amaç birliği etrafında milli hedeflerimiz doğrultusunda bütün kurumları mobilize edebildiğimiz bir siyasal zemini de oluşturmalıdır. Onun için de diyoruz ki, Türkiye’nin dış politikasını yürüten siz değerli büyükelçilerimizin, Dışişleri Bakanlığı mensuplarımızın Türkiye’nin yasama ve denetleme faaliyetlerinin merkezi olan halkın seçtiği TBMM’de sizleri ağırlamış olmamız, aynı zamanda da amaç birliği prensibini dikkat çekmek bakımından fevkalade büyük bir sembolik önem taşır.
Büyük ülkelerin, büyük milletlerin zamanın akışı içerisinde kendisini bırakıp iki gününü eşit bir şekilde geçirmesi asla mümkün değildir. Hele bizim milletimizin hiçbir zaman tarihte böyle bir yönü olmamıştır. Şunu çok rahat söyleyebiliriz ki, Sultan Alparslan Han’ın Anadolu topraklarını açarak Anadolu’yu Müslüman Türk milletine yurt edindirmesiyle birlikte başlayan tarihsel süreçte, hemen hemen hiçbir günümüz, arkamıza yaslanarak huzur içerisinde, günümüzü gün ederek geçirdiğimiz bir günümüz olmamıştır. Mücadele ile, gayret ile ama hep önümüze daha büyük hedefler koyarak bu topraklardaki varlığımızı sürdürdük ve bugünlere kadar çok şükür geldik. Bundan sonra da önümüze büyük hedefler koymak zorundayız. Bu hedefleri hepimiz ortaklaştırmak, elimizdeki imkanlar çerçevesinde bu hedefe daha kısa süre içerisinde ulaşmamızı temin edecek her türlü faaliyeti gerçekleştirmek zorundayız. Bu hedef de önümüzdeki asrın dünyada sözü güçlü, gücü tesirli bir Türkiye’nin Yüzyılı olması için mücadele etmektir. Bu çerçevede 3 ana hedefimizi ifade etmek isterim.
“SÖZÜ GÜÇLÜ, GÜCÜ TESİRLİ BİR TÜRKİYE’Yİ OLUŞTURMAK MECBURİYETİNDEYİZ”
Bunlardan birisi, sözü güçlü, gücü tesirli bir Türkiye’yi oluşturmak mecburiyetindeyiz. Sözümüzün güçlü olması, haklı olması doğru projeleri, doğru fikirleri, doğru siyasetleri takip ediyor olmamız önemli bir şeydir ama tek başına yeterli değildir. Eğer sözünüzün arkasına güç koyamıyorsanız, bunu hem yumuşak güç anlamında hem sert güç anlamında söylüyorum, bu gücü sözünüzün arkasına koyamıyorsanız sadece doğru söz söyleyen bir ülke olursunuz.
Önümüzdeki dönemde dış politika ile ilgili ikinci temel hedefimiz Türkiye eksenini tahkim etmektir. Bu tartışmayı hepiniz yıllarca yaşadınız. Yıllarca Türkiye’nin geçmişini bilmeyenlerin, Türkiye’nin nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu kavrayamayanların zaman zaman eksen kayması tartışması açarak Türkiye’yi başkalarının gündemi üzerinden sıkıştırmaya çalıştığını çok iyi hatırlıyoruz. Türkiye kendi eksenini tahkim etme mecburiyetinde olan bir ülkedir. Artık zaman gelmiştir, artık Türkiye böyle bir güce, böyle bir kudrete, böyle bir imkana kavuşmuştur.
Dış politikamızın üçüncü temel hedefi ise, adil, hakkaniyetli ve yeni bir küresel sistemin kurulabilmesi için mücadele etmektir. Artık kim isterse istesin, hangi güce sahip olursa olsun bugünkü dünya sisteminin bu hali ile devam etmesinin imkan ve ihtimali yoktur. İşte en son, Afrika kıtasındaki uyanışı temsil eden yeni çıkışların dünya siyasetinde çok kökten değişikliklerin geleceğini gösterdiği açık bir işareti yaşıyoruz.
Şu sözleri hepimiz hatırlıyoruz: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir dünya kurulur ve Türkiye oradaki yerine alır. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, çok şükür yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye buradaki öncü rolünü mutlaka ve mutlaka alacaktır.
“İNSANİ MESELELERİ ÖNE ÇEKEN BİR SİYASET İZLEMEZSENİZ ULUSLARARASI İLİŞKİLEİN LABİRENTLERİNDE KAYBOLURSUNUZ”
Bunlardan birisi Türkiye’nin uluslararası alanda takip ettiği diplomasi, eğer tanımlamak gerekirse en başta insani bir diplomasidir. Bu kadar çok sorunun, bu kadar çok kargaşanın, hengamenin, çatışmaların olduğu yerde eğer insanı odaklayan ve insani meseleleri öne çeken bir siyaset izlemezseniz uluslararası ilişkilerin labirentlerinde kaybolursunuz. Bu çerçevede sadece birkaç politikamızda ne kadar önemli bir insanı yaklaşım sergilediğimizi bütün dünya bilmektir. Hiç şüphesiz bunlardan birisi, göçmen politikasında izlediğimiz tavırdır. Dünya göçmen meselesine sadece sonuçları ile bakarken sadece istatistik rakamlar olarak görürken ve hatta hatta Avrupa ülkelerinin önemli bir kısmı bunu yabancı düşmanlığının bir siyasal argümanı haline getirirken, Türkiye dünyanın dört bir tarafından gelen hiç bilmediği, hiç tanımadığı masum insanların hayata tutunma mücadelesine destek vermiş ve iftiharla bunu tarih sayfasına kaydetmiş bir ülkedir.
Tahıl Koridoru’nun açık tutulması meselesi, sadece Türkiye’nin güçlü inisiyatifi ile gerçekleştirilen çok önemli bir insani yaklaşımdır. Bu sadece Rusya-Ukrayna arasındaki savaşın dünyaya vereceği ağır bir maliyet değil, aynı zamanda zaten yoksulluk çeken Afrika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın yoksul halkları için çok ağır bir gıda krizinin de öncüsü olabilecek bir konuydu. Ama Türkiye bu meseleyi de siyasi olmanın ötesinde, insani bir mesele olarak ele alarak bunun çözümü için, ‘Artık bitti, görüşemezler’ dendiği noktada sayın Cumhurbaşkanımız devreye girerek sayın Putin ile de Zelenski ile ve Guterres ile görüşmelerini yaparak Tahıl Koridoru’nun açık tutulmasını fevkalade ciddi bir şekilde temin etmiş oldu.
“BATI’DA KUR’AN-I KERİM’İN YAKILMASI AÇIK BİR İNSANLIK SUÇUDUR”