YÖK’ün devlet eliyle üniversiteleri baskı altına aldığını ve öğrencilerin özgürlüklerini kısıtladığını ifade eden Özge Döb, şunları söyledi:
“YÖK, 6 Kasım 1981’de bu bozuk düzenin üniversiteleri bugünkü haline getirmek için yaptığı en köklü saldırılardan biridir. Bu tarihte akademi, cuntanın ve ordunun isteğiyle yeniden şekillendirildi. Topluma dönük saldırıları çok boyutlu, çok yönlü olan askeri cuntanın hedefinde akademiler de var. Tüm devrimci demokratik güçleri hedef haline getirip yükselen sınıf mücadelesini ve güncel hale gelmiş devrim mücadelesini baskı ve saldırılarla engellemek isteyen devlet, aynı baskıyı ve gericiliği üniversitelere de uyguladı. YÖK eliyle tüm baskı politikalarını öğrenci gençlik üzerinde sürdürerek gençliğin devrimci mücadeleden uzaklaşmasını amaçladı. Gençlik, çürümüş düzenin içerisine hapsedilmek istendi. Günümüzde bu süreç hala derinleşmiş ve keskinleşmiş biçimde devam etmektedir. Nerede bir direniş görse işçilere, kadınlara, öğrencilere saldırmaktadır düzen. En iyi bildikleri şey saldırmaktır. Fakat tüm saldırıları korktukları içindir. Kampüslerimizi polisle, özel güvenlikle, yetmediğinde çeteler doldurmaları bundandır. Çürüdükçe saldırganlaşan sermaye sınıfı temsilcileri, eğitim sorunlarını değil çözmek, giderek derinleştiriyor ve yaygınlaştırıyor. Okuduğumuz üniversiteler bilimden, özgürlüklerden uzaklaştırılıp kayyum rektörlerce ranta ve talana açılıyor. Eğitime ayrılan bütçe azaltılırken öğrencilerin sırtından kar sağlamak, kapitalist devletin ilk hedefi oluyor.
Mevcut düzenin öğrencilere yoksulluk, arınma sorunu ve güvenliksiz bir ortam yarattığını ifade eden Döb, şunları kaydetti:
“Bu rantçı, sömürücü düzenin bir diğer hedefi de kadınlar ve LGBTİ+’lar oluyor. Kadınlar ve LGBTİ+’lar, eğitim olanaklarından eşit biçimde faydalanamadığı gibi yurtlarda, okullarda, sokaklarda yaşamın yani her alanında özgür bir yaşam sürdüremiyor. Kadınlar ve LGBT+’lar bu kanlı düzende her gün katledilirken, şiddete maruz kalırken katiller, korunup kollanıyor. İkbal Uzuner, Ayşenur Halil, Rojin Kabaiş ve katledilen kadınlar için yurtlarda yaptığımız eylemler, yine yurt yönetimi güvenlikler ve sivil polisler tarafından engellenmeye çalışılıyor. Kayyum rektörler tarafından soruşturma açılarak cezalandırılmaya çalışılıyor. Yaşadığımız düzen bizlere ölümden, krizden, barınamamaktan, geçinememekten, baskıdan, kısıtlamadan başka hiçbir şey vaat etmiyor. Tek çözüm, her yerde mücadeleyi büyütmekten geçiyor. Bizlere dayattıkları yaşamla yetinmek zorunda değiliz. Yaşayabilmekten, geçinebilmekten, bütün ay her harcamamızı kısıp belki bir konsere gidebiliriz diye hesap yapmaktan fazlasını isteyebiliriz. Ürettiğimiz, yan yana dayanışmayla buluştuğumuz, bizim yönettiğimiz kampüsler mümkün.”