Bütün her yerde lider konumundaki kişiler daha ziyade “laf dinletmeye” önem verirler, oysa liderliğin başarı sırlarından biri “laf dinlemeyi” bilmektir. İyi de kimin lafını dinleyecek lider? Kurumsal birikimin, bilimsel bilginin, uzmanlığın, tecrübenin, rasyonalitenin, objektif verilere dayalı analizlerin lafını.
Peki, sözgelimi savaşta kim kimin lafını dinleyecek? Savaş kararı almak elbette siyasi iradenin yetkisinde olan bir konudur. Silahlı kuvvetler burada her ne olursa olsun siyasi iradenin lafını dinlemek zorundadır. Bunun aksi düşünülemez ama savunma bürokrasisinin, askeri kadroların, strateji uzmanlarının vs. ne dediklerine bakmadan bir “savaş planı” yapılabilir mi?
Söylendiğine göre Putin bunu yaptı. Ukrayna’yı işgal planını Kremlin Sarayı’ndaki bir avuç kişiyle birlikte hazırladı. Başta ordu ve istihbarat olmak üzere devlet kurumlarının bu savaşın kazanılmasının kolay olmayacağını ifade eden raporları Başkanlık katına ulaşamadı.
Bütün devlet kurumlarını fiilen yöneten, iş dünyasını ve medyayı kontrol eden, yapılan son anayasa değişikliğiyle 2036 yılına kadar iş başında kalma garantisi elde etmiş olan Putin’e “Ukrayna’yı birkaç haftada işgal etmemiz, etsek bile bundan kazançlı çıkmamız kolay görünmüyor” diyemedi hiç kimse.
“Kiev’in birkaç gün içinde düşeceği” beklentisiyle başlatılan savaş üç yıla yaklaştı ve artık Moskova’nın yenilgisine dönüştü.
Putin’in Ukrayna’da yaptığına benzer bir girişim Napolyon’un iki asır önceki Rusya seferidir. Tarihteki en parlak “askeri deha”lardan biri olarak kabul edilen büyük Fransız komutanı bu savaşı üç haftalık bir zamanda kazanmayı umuyordu.
Kurmayları arasında bu hedefin gerçekçi olmadığını söylemeye çalışanlar olmadı değil. Ancak bütün dünyayı hayran bırakan çok başarılı askeri operasyonlarla Avrupa kıtasının büyük bölümünü hakimiyet altına almış ve kendisini “Fransız İmparatoru” ilan etmiş bulunan Napolyon o günlerde kimsenin “lafını dinleyecek” halde değildi. Böylece üç haftada bitmesi gerekirken beş ay, iki hafta, altı gün süren Rusya seferi 650 bin kişiden oluşan mağrur ‘Grande Armée‘nin hezimetiyle sonuçlandı.
Napolyon’un ardından Rusya’yı işgal girişiminde bulunan ikinci Batılı lider Hitler oldu. Onbaşı rütbesindeyken ordudan ayrılmış olmasına rağmen askeri stratejilere hakim bir zihne sahip olan Nazi lideri de o tarihe kadar çok parlak başarılar kazanmış bulunuyordu. Polonya’nın ardından Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi savaşın başında hızla ele geçirilmişti. 1941’de Hitler er geç karşı karşıya gelmeyi beklediği Sovyetlere yönelik Barbarossa Harekatını başlattı. Netice malum…
Putin’in jeopolitik anlamdaki “Ukrayna hassasiyeti” gibi burada da meselenin merkezinde Polonya vardı… Bir önceki yüzyılda yaşanan Fransız-Rus savaşının sebebi Napolyon’un “Polonya krallığını diriltme” siyasetinin Çar’ı korkutmuş olmasıydı.
Rusya ile Avrupa arasında “doğal tampon” kabul edilen Polonya daha önce Ruslar ve Almanlar tarafından haritadan silinmiş ve Rus askerinin Orta Avrupa yönündeki muhtemel yürüyüşü önünde engel kalmamıştı. Aynı şekilde Avrupa orduları için de Rus topraklarına yürüme engeli ortadan kalkmış görünüyordu ama Rus topraklarının kendisi doğal bir engeldi. Özellikle ağır kış şartlarında…
Napolyon bunu tecrübe etmişti. Bu tecrübeden ders çıkaran ise İngilizler oldu. Rusya ile Kıta Avrupa’sı arasında bir tamponun mevcudiyetine duyulan ihtiyaç sayesinde Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Polonya yeniden bağımsızlığını kazandı.
Gelgelelim aradan yirmi yıl geçmeden Hitler buradaki statükoyu yeniden bozdu. Ne var ki İkinci Dünya Savaşı’nın en başında Polonya’yı işgal edip tekrar Rusya’yla paylaşmak kadar daha sonra bu işbirliğini bitirip Rusya’yı işgale yönelmek de “jeostratejik hata” kabul ediliyor bugün.