Twitter hesabından mevzuya ait açıklama yapan Arınç, hasta tutuklu ve kararlıların tahliyesinin önündeki tek maninin Adli Tıp raporları olduğunu belirtip “Bu intikam ve öç almanın değil, adaletin, vicdanın ve acımanın mevzusudur.” dedi.
Sualin çözümünün kolay olduğunu vurgulayıp “Şayet infazın ertelenmesi ile ilgili Ceza İdraki Yasayı’ndaki süreç değiştirilebilirse bu olası olacaktır” diyen Arınç’ın açıklaması şöyle:
Nurettin Topçu “Acımanın olmadığı yerde insan yoktur.” der ve “İnsanlık acıma üzerine heyetidir.” diye de devam eder. Psikiyatrist Kemal Sayar da “Acıma insanlar ve öbür canlılar için dünyayı emin bir yer kılmaktır; acıma acımak değil acıtmamaktır.” diyor. Bugün ceza ve tutukevlerinde ileri derecede hasta ve yaşları oldukça ilerlemiş, rehabilitasyonları ve iyileşme süreçleri cezaevi koşullarında olası olmayan mahkumlar mevcut. Yaşam hakkı anayasal teminat altındadır. Devlet, ceza ve tutukevlerindeki vatandaşlarının da yaşam hakkını gözetmekle mükelleftir. Yaşları çok ilerlemiş ve kendi gereksinimlerini bile göremeyen insanların cezaevinde çile sürüklemesinin hangi adalete sığdığını ya da hangi kamu verimini karşıladığını doğrusu merak ediyorum. Seksenli yaşları çoktan aşmış, kabahatleri ve kararlılıkları ne olursa olsun yatalak halde olan cezaevinden sağlık kurumuna bile en az dört beş bireyin takviyesiyle götürülebilen, bir hayli kronik rahatsızlığı bulunan şahısların infazlarının ertelenmemesi mevzusu kamu vicdanını yaralamaktadır. Bu mevzuda alakalılarla yaptığım görüşmelerde karşımıza çıkan tek mani, Adli Tıp Müesseseyi’nun bu bireyler için lüzumlu raporları vermemesidir. Böylece vaziyet, şekle bağlı bir mani ile bu insanların cezaevinde vefatına yol kalemtıraş bir noktaya gelmiştir. Ne Yazık Ki Adli Tıp üyeleri ki bireylerini karakterlerini bilen ve onlara saygı dinleyen insanlarız ama onlar Hipokrat yeminlerini bir kenara vazgeçip intikam alma duygusuyla bu insanların ıstırap sürüklemesini ve oralarda can vermesini gerektirecek raporlarla cezaevi koşullarında rehabilitasyonlarının olası olduğunu söylemektedirler. Bu çok yanlış bir yaklaşımdır. Bu intikam ve öç almanın değil, adaletin, vicdanın ve acımanın mevzusudur. Bu koşullarda hala ceza ve tutukevlerinde yakalanan insanlar hayatlarında ya da ölümleri halinde varisleri Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Müesseseyi yetkilileri hakkında hizmet yanılgısına dayalı davalar açarlarsa hukukî ve cezaî mesullükler doğabilir. Bu vaziyet de müesseselerin eskimesine ve beynelmilel alanda muhtelif yaptırımların doğmasına sebebiyet verebilir. Üç sene kadar evvel koşullu tahliye kararlarında yapılan tertip etmeler ve en son bir ay evvel teftişli özgürlük kararlarında yapılan farklılıklar ile alçak kabahatlerden kararlı binlerce mahkum -ki bunlar gasp, cinayet, uyuşturucu ticareti, organize kabahatler vs. gibi- tahliye edilmişken ağır hastaların ceza ve tutukevlerinde yakalanmasının ceza ve infaz hukukuyla bağdaşır bir yanı yoktur.
Sualin çözümü bence kolaydır. Şayet infazın ertelenmesi ile ilgili Ceza İdraki Yasayı’ndaki süreç değiştirilebilirse bu olası olacaktır. Ama Adalet Bakanlığı, Adli Tıp Müesseseyi’na bu mevzulardaki raporlarınızı gerçekten tutuklu ve kararlının bugünkü gidişatına göre rahatlıkla veriniz ve bu mevzuda pozitif davranın demesi de muhtemeldir. Şayet bu mevzular düşünülmüyorsa bütün teşekküllü devlet sağlık kurumularından verilecek raporlar da temel alınabilir. Adli Tıp muhafaza edilecekse dli tıp raporlarının karşısında bir üniversite sağlık kurumunun hakemliğine de müracaat etebilir. Çözüm kolaydır ve bunun karşılığı insan hayatıdır, acımadır, adalettir ve vicdandır. Hem tutuklu ve kararlıları hem de ailelerini devlete bağlamanın yolu intikamcı yollarla değil abluka etici, kapsayıcı ve acımalı yollardan geçmektedir. Bunun reelleştirilmesini çok arzu ediyorum ve bu mevzuyu da yakından takip edeceğim. Alakalılardan rica ediyorum lütfen bu mevzuyu çözme noktasında istem göstersinler.” HABER MERKEZİ