Raporda, Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu’nda onay imzası verdiği gerekçesiyle İliç Altın Madeni’ndeki faciadan birinci dereceden sorumlu olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum gösterildi. Kurum’un komisyonda dinlenilmek istendiği halde gelmediği ve görüş belirtmediğine dikkat çekildi. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) yanı sıra, konuya ilişkin uzmanların komisyona çağrılmadığı da hatırlatıldı.
Maden Kanunu ve ilgili diğer mevzuatlarda 2004 yılı ve sonrasında yapılan değişikliklerle “son 20 yılda madencilik sektörünün özel şirketlere terk edildiği, Maden Tetkik Arama (MTA) gibi kamu kurumlarının pozisyonlarının daraltıldığı ve maden kanunun 2001 yılından bugüne kadar 27 kez değiştirildiğine” işaret edildi.
Kamuda iken özelleştirilen maden tesislerinin, bulunduğu coğrafyalarda “büyük göç dalgaları” oluştuğu, İliç’teki sosyolojik değişime ilişkin, “Öncesinde tarım ve hayvancılık üzerine kurulu olan geçim araçlarına süreç içerisinde uzaklaştırılan/yabancılaştırılan yurttaşlar, ekonomik açıdan maden işletmesine bağımlı hale getirilmiştir. Yöre halkı madencilik sektörünü ve madencilik sektörüne bağlı yan sektörlerde çalışmak zorunda bırakılmıştır” tespitine yer verildi.
Maden şirketinin bulunduğu bölgede “belediyeler, üniversiteler, spor kulüpleri, dini inanç merkezleri, gibi kurum ve kuruluşlar ile asfaltlama-parke taşı döşeme gibi bir takım kentsel altyapı hizmetlerine yönelik sponsorluk ilişkileri kurarak” kentin en büyük destekçisi görüntüsü çizdiği kaydedildi. Buna göre; “sosyal onay ya da rıza temini” olarak da kabul edilen bu hamlelerle maden şirketinin kendisine meşruiyet sağlamaya çalıştığı ve “denetimsizliği örgütlediğine” dikkat çekildi.
Raporda, maden şirketlerinin yurttaşların hak arama hürriyetini kullanmasını engellemek için “hibe sözleşmeleri imzalattığı ve yatırımın selahiyeti için lobicilik faaliyetleri yürüterek gerektiğinde görevli hakim veya savcı değişiklikleri de dahil olmak üzere siyasi baskılar kurduğunu” işaret edilirken, İliç’te de benzer durumların yaşandığına dair örnekler verildi. Aynı zamanda, “kapatma veya toplu işten çıkarma kozlarını kullanan firmaların kamu makamları ve iktidar partilerinden vergi indirimi, sigorta teşviki gibi birçok kazanımı sağlamaya” çalıştığı ileri sürüldü.
Raporda, yerel toplulukların ya da sivil toplum örgütlerinin maden yatırımlarına karşı yürüttüğü demokratik mücadelelerin ise “kalkınma karşıtlığı gibi nitelendirmelerle kriminalize edildiği” vurgulandı.
Türkiye’de bu zamana kadar yaşanan maden kazası örneklerine de yer verilen raporda, madencilik faaliyetlerinin su-hava-toprak kirliliği ile beraber ekolojik yapıya zarar verdiğine de dikkat çekildi.