“Kamu Denetçiliği, kurumu anayasamızın 74. maddesinde düzenlenen anayasal bir kurumdur. Bu kurum idarenin her türlü eylem ve işlemlerini hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla görevlendirilmiştir. Bir teşkilat şeması var, 288 çalışanı 340 milyon lira bütçesi var. Bugüne kadar farklı konularda onlarca rapor hazırlamış, bunları ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına göndermiş. Peki bu raporların hangi biri dikkate alınır? Bu çalışmalar dikkate alınmayacaksa bu kurum neden kuruldu? Neden bir bütçe ayrıldı? Bu işin bir tarafı bir diğer tarafı da dünyadaki örnekleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’deki kamu denetçiliği kurumu siyasi iktidardan bağımsız mı?
Bakın kamu başdenetçisi Mehmet Akarca, Cumhurbaşkanı tarafından önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na, sonra da Yargıtay Başkanlığı’na seçildi. Görev süresinin bitmesinden sonra hepinizin bildiği o meşhur 51 günlük Yargıtay Başkanlığı seçimini 37. turda kaybetti. Yargıtay Başkanlığı seçiminden 6 ay sonra Cumhurbaşkanı tarafından kamu baş denetçisi olarak atandı. Şimdi böyle bir ismi objektif kararlar alması gereken bir makama oturtmak doğru mu? Muhalif bir vatandaş devletin bir kurumunda yaşadığı haksızlık nedeniyle değerlendirme ve inceleme yapması için Mehmet Akarca’ya güvenebilir mi? Devletin kurumları iktidara yakın kişilere makam ve mevki yaratılacak kurumlar değildir. Devletin kurumları iktidara yakın kişilere teselli ikramiyesi gibi sunulacak kurumlar hiç değildir.
Bir ülkede ekonomi, sağlık, eğitim, adalet, temel hak ve özgürlükler yani aklınıza gelen her alanda yaşanan sorunların temel sebebi o ülkedeki yönetim şekli ve onu uygulayan yöneticilerdir. Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, toplumsal şiddet, para için bebeklerin katledilmesi, bu milletin genetik mirası değildir. Bugün altında bulunduğumuz bu çatı parlamenter sistemde yasama erkinin sahibi millet iradesinin tecelli ettiği son derece önemli bir kurumken 2018 yılında yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle maalesef işlevini büyük ölçüde yitirmiştir. Halk adına bütçe yapmakla sorumlu olan bu meclis Cumhurbaşkanlığı’nca parlamentoya sunulan ve yine Cumhurbaşkanlığı’nca onaylanan bütçe teklifi sürecinde prosedürü tamamlayan bir kurum haline gelmiştir. Kuvvetler ayrılığını zayıflatmayacağı, karar süreçlerini hızlandıracağı gerekçeleriyle pazarlanan bu sistem 6 yılda iflas etmiş Türkiye’yi de her alanda iflasın eşiğine getirmiştir.
Bugün bu ülkede adalete hiç güven duyulmuyorsa, gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşip milyonlar yoksullukta eşitleniyorsa, toplumsal şiddet her geçen gün daha da artıyorsa, emekli maaşı yetmeyen emekliler çalışmak zorunda kalıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, esnafından çiftçisine, işçisinden öğrencisine, emeklisinden çalışanına herkes geleceğinden kaygılı ve umutsuz ise bunun sebebi AKP’nin dayattığı bu yüce meclisi işlevsizleştiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir. Bu sistemle şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, denge ve denetim gibi demokrasinin olmazsa olmazı olan tüm unsurlar yok edilmiştir. İdari, hukuki ve siyasi yetkiler tek bir kişinin elinde toplanmıştır. Bu yetkileri kullanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan herhangi bir denetime tabi mi? Hayır. Sakın Anayasa Mahkemesi demeyin. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerini ya da yasalarını, bir kelimesini değiştirip yeniden çıkardığınızı ya da meclisten geçirdiğinizi cümle alem biliyor. Bunları yaparken tek bir amacınız var o da iktidarınızı devam ettirebilmek.
Kuralsızlığın kural haline geldiği bu çarpık sistemle AKP, 100 yıllık cumhuriyet kazanımlarını adeta bir dozer gibi yıkıp yok etmektedir. İşte bu tek adama dayanan yönetim anlayışıyla Türkiye insanı hayrete düşüren, dehşete düşüren açıklamaların yapıldığı bir ülkeye dönmüş durumdadır. Yangına müdahale etmek için, deprem sonrasında arama kurtarma çalışmasını başlatmak için, 8 yaşında bir evladımızın cenazesine gitmek için Cumhurbaşkanı’ndan talimat bekleyen bakanları gördük. Çünkü bu sistemde bakanlar, meclise hesap vermiyorlar, tek sorumluluk duydukları kişi kendilerini atayan cumhurbaşkanı. Tam da bu nedenle bakanların asıl hedefi millete hizmet etmek değil, efendilerine hizmet etmektir. 22 yıllık AKP iktidarında kendi şirketinden başında bulunduğu bakanlığa dezenfektan satan bakanı da gördük. Afgan çobanlara güzellemeler yapan bakanı da gördük. İşine gelince yargı bağımsızlığından bahseden işine gelmeyince hakimlere istikamet gösteren adalet bakanını da gördük. Gözlerinden ışık saçan bakanı gördük. ‘Milletvekillerini belediyeye sokmayın’ diye talimat verirken bu yüce mecliste milletvekiline kafa atmaya çalışan bakanı da gördük.
Gerçek sorunun yıllardır uygulanan yanlış ekonomi politikaları olduğunu kabul etmeyen AKP her zaman küresel krizleri bahane etti. Ama diğer ülkelerde biten küresel krizler her ne hikmetse Türkiye’de bir türlü bitmek bilmedi. Çünkü Türkiye’de krizin ta kendisi AKP iktidardır.