‘Nasıl’a konuşan Tekin, “Türkiye’yi geleceğe taşıyacak, geleceği güvence altına alacak ve kendini yeniden üreten bir siyaset modelini şu cümlelerle tanımladı:
“Ahlaklı, eğitimli, hukuka saygı duyan, çalışkan insanlar, bir diğer ifadeyle “iyi yurttaşlar” toplumlara büyük katkı sağlar. Ancak “iyi insan”ın “iyi insan” olarak kalabilmesinin, topluma katkı sunabilmesinin bazı koşulları var. Toplumsal koşullar ve imkanlar bireyi belirler. Dolasıyla “sistem”e bakmamız gerekir. Eğer bir sistem hukuk devleti ilkesi çerçevesinde vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini koruyorsa, insanlara fırsat eşitliği sağlıyorsa, Daron Acemoğlu’nun ifadesiyle “kapsayıcı kurumlara” sahipse, serbest ve adil rekabetin koşulları varsa, zor durumda olanlar toplum tarafından destekleniyorsa o zaman bireyler de topluma daha fazla katkı sağlayabilir, toplum genel olarak gelişir. Ayrımcılık yaygınlaşmışsa, nepotizm varsa, temel hak ve özgürlükler korunmuyorsa toplumun gelişmesi de mümkün olmaz.”
Rusya’nın yarısı kadar nüfusu bulunan İtalya’da kişi başına düşen gelir Rusya’nın 2 katından fazla olduğunu belirten Tekin, “Bizim anayasamızın 5’inci maddesi bu yüzden çok önemlidir” dedi ve şunları söyledi:
“Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Dolayısıyla anayasa devletin hem kutsal olmadığını söylüyor, yani diyor ki vatandaş devlet için var olmadı, devlet vatandaş için var.
Vatandaş devletin kulu, kölesi değil. Devlet vatandaşa hizmet edecek. Bu yüzden de devlete bir görev yüklüyor. Diyor ki insanların temel hak ve özgürlüklerini koru, özgürlüklerin önündeki engelleri kaldır, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırla. Ne yazık ki uygulamada anayasa sanki bunun tam tersini söylermiş gibi hareket ediliyor. Temel hak ve özgürlükler paronoyalar, korkular, vehimlerle kısıtlanıyor, siyasal, sosyal ve ekonomik engeller arttırılıyor, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartlar daha da zorlaştırılıyor. Uygulama böyle olunca da Türkiye ne yazık ki karşı karşıya olduğumuz sorunlarla boğuşuyor, sosyal, siyasal, ekonomik her alanda büyük bir kriz yaşıyoruz.”
Sistem yaklaşımının genel açıklamasını yaptıktan sonra, siyaseti bir mühendislik anlamında değil, bir işlevsel yönetim aracı olarak değerlendirmek gerektiğinin de altını çizerek değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “Demokrasi kurallar ve kurumlar rejimidir. Bireyler gelir, gider. Demokrasiler kurallar ve kurumlara inandığı için bugün kişi başına düşen gelir 50 bin dolar seviyesine çıktı. Demokrasilerde yaşayanlar kişilere bağlı olarak kural ve kurumları değiştirmezler. Kural ve kurumlar açık bir tartışma ortamında, günün ihtiyaçlarına göre değerlendirilerek gelişir. Yani Amerika’da Trump geldi Yüksek Mahkeme’yi kaldıralım, Biden geldi yeniden kuralım, böyle bir şey olmaz. Almanya’da Merkez Bankası’nın konumu şahıslara göre değişmez. Fransız İstatistik Kurumu o veya bu şahsa göre veri vermez. Mahkemeler şahıslara değil yasaya bağlıdır. Tepeden gelen talimatla değil, hukukun gerekleriyle karar verilir. Bunlara da toplum inanır, güvenir ve sahip çıkar. İlkeler gelişmiş toplumların kaleleridir. İlkeler ve kurallar, “imtiyaz” yaratmaz, yaratılmasına imkan vermez. İlkeler, kamu malını, kamı birikimini kişisel yarar için kullanılmasına fırsat vermez. Herkes toplumsal denetime tabidir. Basın da denetim yapar, yargı da denetim yapar. Kimse de “yargı vesayeti”, “basın vesayeti” filan demez.
İsveç’te bir siyasetçi hesap vermemekle değil hesap verebilmekle övünür. Dünyada “Ben her 2 kişiden birinin oyunu aldım, kimse bana hesap soramaz” diye bağırabilen siyasetçilerin yönettiği ülkelerle, “Ben 2 kişiden birinin oyunu aldım, herkes benden hesap sorsun veremeyecek hesabım yok” demek zorunda kalan siyasetçilerin yönettiği ülkeler arasında her alanda fark vardır. Biri Mugabe rejimi, Mobutu Sese Soko veya Pinochet rejimi gibidir. Burada şahıs merkezdedir. Birey kültü vardır. Kurumlar bu şahıs için çalışır. Millet adeta bu rejimin tutsağıdır. Diğerinde egemen olan millettir. Siyasetçiler millete hesap verir. Attıkları her adımda da hesap vereceklerini bilerek hareket eder. İki rejim arasındaki fark nedir? Eğer millet hesap soramıyorsa millet fakirleşir, güçsüzleşir, yönetenler güçlenir ve zenginleşir. Eğer millet hesap sorabiliyorsa, o zaman millet zenginleşir, güçlenir, yönetenler de millete hizmet eder, bunun onurunu yaşar. Biz milletin güçlü olduğu bir ülke mi olmak istiyoruz, yönetenlerin güçlü olduğu bir ülke mi olmak istiyoruz, buna karar vermemiz gerekiyor. İstibdat ve tek adam yönetimlerinin pençesi altında milyonlarca vatandaşımızı, çocuklarımızı hatta ülkemizi kaybettik. Türkiye ne zaman geliştiyse, ilerlediyse, halkımız biraz daha iyi yaşamaya başladıysa bu özgürlüğün hakim olduğu dönemlerde oldu. Demokrasi ne zaman gelişmeye, ilerlemeye başlasa Türkiye de ilerledi. Geçmişten ders almak, geleceği kurmanın temel unsurudur.”