-Yüksek maaş ve statü, üretime olan katkıdan bağımsız, sadece üst düzey pozisyonlara gelmekle kazanılabileceği için, çalışanlar hizmete odaklanmaktan uzaklaşırlar ve birbirleriyle terfi etme yarışına girerler.
-Yukarıya doğru oluşan bu tırmanma baskısı, iktidarların siyasi popülizm, kayırmacılık ve yakınlarını ödüllendirme eğilimleri ile birleşince; gereğinden fazla üst yönetici pozisyonu ve iş üretmeden makam ve ayrıcalık elde etmeyi amaçlayan bir personel sistemi ortaya çıkarır.
-İdari ve siyasi denetim mekanizmalarının hiç bulunmayışı veya çok zayıf olması, oluşan sorunlu yapının sürekli ve kronik hale gelmesine yol açar.Kamu örgütlerinde çalışanların, sayıca artması ve hiyerarşik kademeler arasında dengesiz dağılımı; “kamu tercihi” teorisinde açıklandığı gibi, gerek politik karar alıcıların (siyasi iktidarların), gerek kamu çalışanlarının birey ve grup çıkarlarını maksimize etme çabalarının bir ürünüdür.Bu rasyonel olmayan dağılıma rağmen, işlerin nasıl yürüdüğü sorulacak olursa cevabı gayet basittir:Örgütteki toplam personel sayısı, ihtiyaçtan o kadar fazladır ki, üst pozisyonlardaki yığılmaya rağmen, alt kademede bulunanların sayısı mutlak anlamda yine gerekenden fazla olduğundan, işlerin görülmesi için yeterli gelir.Gereksiz Üst Yönetim Kademelerinin Yol Açtığı Sonuçlar:-Kurumların sınırsız olmayan kaynakları, hizmet üretmek yerine, şişkin yönetim kadrolarını finanse etmek için harcanır. Bu nedenle gereksiz kadrolar ve aşırı istihdam, kamu bütçesine ağır yük bindirir ve “bütçe açığı krizi” ortaya çıkar.
-Gereksiz kademeler ve dolayısıyla çok fazla yönetici, her bir kademede zorunlu paraf ve imza aşamaları nedeniyle karar alma süreçlerini uzatır ve işlerin yavaş ilerlemesine neden olur. Sonuçta yerine getirilmesi zorunlu olan kamu hizmetleri aksar ve kurumsal verimsizlik kaçınılmaz olur.
-Üst düzey yöneticilerin fazlalığı ve neredeyse hizmet binasının tüm katlarını işgal etmesi, kurumun sanki kuruluş amaçlarında yer alan temel hizmetleri yerine getirmek için değil de tepedeki makam sahiplerine hizmet etmek için var olduğu izlenimini uyandırır.Bu dejenere yapının doğmasında, verdikleri oy desteğine karşılık maddi çıkar ve avantadan kadro için iktidara baskı yapan ve sonuçta kamu kaynaklarının israf edilmesine göz yuman toplum, en az siyasi iktidarlar kadar sorumludur.Bu, karşılıklı bir çıkar alışverişidir ve “tencerenin yuvarlanıp kapağını bulmasından” başka bir şey değildir.Yazımızı, konuyu çok net ve dramatik bir şekilde özetleyecek bir hikâye ile bitirelim:Karnı acıkan bir aslan yiyecek bir şeyler ararken bir genel müdürlüğe girmiş ve genel müdürü yemiş.Aradan günler geçmesine rağmen kimsenin haberi olmamış.Ardından sırasıyla genel müdür yardımcılarını, daire başkanlarını yemiş; haftalar geçmiş, yine kimsenin haberi olmamış.Yukarıdan aşağıya yöneticileri yerken bir ara hiyerarşik sırayı bozmuş ve kurumun “çaycısını” yemiş.Odalarına çay söylemek isteyenler, telefonlarına cevap alamayınca, çay ocağına gidip bakmışlar ve çaycıyı yiyen aslanın yalanmakta olduğunu görmüşler. Genel müdürlük binasına bir aslanın girdiği, ancak “çaycı ortadan kaybolunca” anlaşılabilmiş.















