Bülent Arınç, Gazete Duvar’dan Can Bursalı’ya konuşarak, yargıdaki krizden Sinan Ateş cinayetine, 31 Mart yerel seçimlerindeki sonuçlardan AK Parti’nin kimliğine ve atması gereken adımlara kadar birçok değerlendirmede bulundu.
Röportajdan öne çıkanlar şöyle:
Seçim değerlendirmesinden önce, geçen ekim ve kasım aylarında Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında TİP Milletvekili Can Atalay’la ilgili bir kriz yaşandı. O dönem AK Parti içinden de ciddi karşı çıkışlar olsa da sonuç değişmedi ve bir nevi Cumhur İttifakı’nın ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin yönelimine göre bir sonuç ortaya çıkmış oldu. Sizin bu sürece ilişkin hukukçu olarak değerlendirmenizi merak ediyorum.
Ben milletvekillerinin dokunulmazlığı ve yargılanmaları konusunda baştan beri hep siyasetçiyi savunmuşumdur. Siyaseti temsil eden, halkın oylarıyla seçilmiş olan bir milletvekilinin parlamentodan uzak tutulmasını ben kabul edemiyorum. Burada bütün sorun Anayasanın 14. maddesindeki dokunulmazlıkları tamamen kaldıran ve o kişinin yargılanmasına yol açan muğlak ibare. Aslında bunların kategorik olarak, katalog olarak hangi suçlar olduğunu kanunla ayrıca belirlenmesi lazım. Ama buna yanaşmadılar. Bunun pek çok sebepleri var. Kimilerine göre bu madde çalışacak, kimilerine göre bu madde çalışmayacak, bunu konjöktüre bırakmışlardır.
Ben önce Enis Berberoğlu meselesinde, Berberoğlu’nu savunan tweetler attım. Bu konuşmaları hem televizyonlarda hem de gerekli olan yerlerde yaptım. Daha sonra Ömer Faruk Gergerlioğlu meselesinde de ona ithaf edilen veya izafe edilen suçların çok yanlış olduğunu bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın daha dikkatli olması gerektiğini söyledim. Anayasa Mahkemesi Enis Berberoğlu meselesinde de üzerine düşeni yapmıştır. Ömer Faruk Gergerlioğlu TBMM’de eylem yaparken oradan polis marifetiyle alınmıştır. Sanki 1994’te DEP milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırıldıktan sonra kafalarına basılarak polis arabasına konulup götürülmesinin bir benzeri yaşanmıştı. Bunların yanlış olduğunu da söyledim.
Can Atalay meselesi yeni cereyan etti. Aday olduğu, adaylığı kabul edildi, seçildiği, seçildiği kabul edildi, TBMM’de ismi okundu, bir komisyonda da görev aldı. Fakat belli suçlamalar sebebiyle de işte malum şekilde tutuklandı. Burada Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin verdiği karar bence çok yanlış bir karar. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcılığı ortada dururken buna muhalif olarak, bu kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerini yargılamak gerekir şeklinde bir meydan okuma Yargıtay’a yakışmamıştır.
Bunun sebepleri üzerinde çok fazla durmayacağım ama çekişmeyi dışarıdan da biliyorum. Maalesef hukuk politikalarına yön veren Uçum soyadlı bir zat, milli yargı, milli olmayan yargı ayrımını yaparak literatüre çok saçma sapan bir şey soktu. Yargıtay burada milli yargı, güya Anayasa Mahkemesi başka bir yargı. Anayasa varsa uygulanır. Uygulanırken sıkıntı doğuyorsa, gücünüz varsa değiştirilebilir.
O milli yargı lafını getiren, kendini bilmez kişiye şunu söylemek istiyorum ki, 30 sene avukatlık yapmış, barodan da 50 yıl plaketini almış bir arkadaşları olarak, Türkiye’de her mahkeme, AİHM hariç milli yargıyı temsil eder. Çünkü gerekçeli kararının başında, ‘Türk milleti adına’ der. Yanlışlıklar çok. Türkiye’de insanları şahsi hürriyetlerinden mahrum etmek, özellikle de Can Atalay özelinde çok yanlıştır. Bunun süratle düzeltilmesi lazım.
Bizde milli yargı diye bir şey ortaya çıkartmak, Bekri Mustafa’nın Ayasofya’ya imam olmasıyla aynı şey. Ben Başbakan Yardımcısı’yken cemaat vakıflarından da sorumluydum. Azınlıkların bazı gayrimenkullerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda iade ettik. Kararlar geldiğinde Başbakan’a sordum. ‘Hakları mı?’ diye sordu. Ben hakları olduğunu söylediğimde ‘Verelim gitsin’ dedi. Şimdi böyle bir insanın Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde onun adına konuşma yetkisi olanlar başka şeyler söyleyebiliyor. Ama inşallah düzelecek.
Yorumlar kapalı.