“Diyanet, hurafeci şarlatanlarla yeterince mücadele etmiyor” temalı yazımdan alınmış. Kendisine hakaret kastıyla yazdığımı iddia ediyor. Savcı da hak verip iddianame hazırlamış, mahkeme kabul etmiş. Dava açıldı.
Ceza davasıydı. İlkine gidememiştim, ikinci duruşmasında zorunlu olarak hazır bulundum.
Tabii sanık sandalyesinde oturanın ben olmamam gerektiğini, mahkemede ne aradığımı anlayamadığımı anlatınca beraatle sonuçlandı.
Öyle ya, karmaşık bir konu değil. Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’yle Cuma hutbeleri ve Diyanet Reisi’nin vaazlarında hurafecinin tanımı açık. Anlaşılmaz yanı da yok. Kabaca akla, gerçeğe ve bilime aykırı sözlere hurafe, deniyor.
Cübbeli bile bu tarife göre durumunun farkında. Kendini yere atan resimden, yürüyen sakaldan filan bahsettiği videosunda şunu niye söylesin yoksa:
“Bana yine ‘hurafeci’ diyecekler… Bir baktım, küt attı resim kendini, takır tukur… Saç-ı şerif gidiyor, geliyor. Şu gözlerle vallahi gördüm”
Sümük-ü şerif, sidik-i şerif, kefen, takunya, sakalını tıraş edenlerle satranç oynayanların hükmü gibi anlatılarının yanında bu masum dahi kalır da… Yahu madem Cübbeli kendini biliyor, ne demeye adliyeyi fuzuli yere meşgul etti, mahkemeye verdi beni?
Artık neye güveniyorduysa demek yine de kazanmayı bekliyordu. Ama umduğu sonuç çıkmadı.
Kişilerle değil olgularla ilgilendiğimi, hurafeci nitelemesini hakaret için değil olguyu tarif için kullandığımı ifade ettim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Diyanet, yeni FETÖ’lerin çıkmaması için hurafeci şarlatanlara karşı halkı aydınlatmaya çağırmıyor muydu?
Bu çağrıya inandım ve uydum diye kendimi sanık sandalyesinde bulmamalıydım.
Zaten baştan hiç açılmaması gereken bir davaydı.
Yorumlar kapalı.