Noelle yılbaşının aynı şey olmadığını anlatanların dilinde tüy bitti, tartışma bitmedi yine.
Biri, Hz. İsa’nın mevlit kandili kutlaması. Diğerinde ise bir yılın bitip yeni bir yılın başlaması kutlanıyor.
Niyazi Mısrî gibi “her gün bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere/ can yatar gâfil, gönül oldu viran bihaber” deseler anlaşılabilir.
Öyle ya; ömründen bir yılın daha eksilmesinin, bir taşın daha düşmesinin nesini kutlayacaksın?
Ama bir de taze başlangıç kısmı var, yeni bir yılı karşılıyorsun. Biraz heyecan, neşe ve mitluluktan, biraz umut ve iyimserlik yaymaktan ne zarar gelir?
Hristiyan âdetiymiş, Müslüman âdetlerine ters bulunuyor.
Elimde değil, yılbaşı ışıklandırmalarını seviyorum. Yılbaşı pazarlarının havasını da. Kimin âdetiyse çok hoş bir âdet. Göz zevkime hitap ediyor.
Önceki akşam Haliç kıyısından geçiyorum. Yol boyu refüje dizilen ağaçlar, yarıya kadar ışıklandırılmış. Görsel bir şölen, bir ziyafet. İçinizi açıyor. Yolculuğu güzelleştirmenin, şehre estetik katmanın ne sakıncası olabilir?
Bizim kültür ve kimliğimize ait değil, Batı’dan aldık, diye Osmanlı padişahlarının çıkardığı kaftanı giyip üstte cepken, altta şalvarla mı dolaşacağız?
Kimsenin kötü, çirkin, zevksiz âdetlerini almayalım, âmenna. Ama yeni bir yıla girerken göz zevkimiz için şehri süslemenin, ağaçları ışıklandırmanın nesi kötü?
Aydınlık şehirlerden, neşeli ve mutlu yüzler görmekten, iç açıcı şeylerden korkmayalım. İçimizi, dünyamızı karartanlardan korkalım korkacaksak.
Kimliğimize, kültürümüze her türlü sahip çıktık da bir ışıklandırma, süsleme merakına yenik düşmemiz kaldı, tek eksiğimiz o sanki.
Yorumlar kapalı.