Türkiye bu projeyi, PKK’nın YPG/PYD adıyla ve ABD’nin himayesinde, devletleşme yolunda bir adımı olarak okuyor. Bunu tehdit olarak görüyor. Bu sebeple de bir askeri operasyon ihtimali gündeme geliyor.Türkiye, sınırları ötesinde bağımsızlık arayan Kürt yapılanmalarına sıcak bakmıyor, hatta tehdit algısı içinde değerlendiriyor. Daha önce Kuzey Irak özerk Kürt yönetiminin bağımsızlık referandumuna da benzeri şekilde sert bir tepki vermiş, Kürt yönetimi de referandumdan vazgeçmişti.…..İçerde de “Kürt sorunu” etrafında bir sancı var. Terör örgütü PKK ile içerde ve dışarda mücadele ediliyor. PKK ile iltisaklı – belki irtibatlı bir de siyasi yapı var. Farklı isimlerle kurulan – kapatılan pek çok parti söz konusu. HDP‘ye yönelik kapatma davası halen AYM’de görüşülmeyi bekliyor. En sonuncusu DEM. DEM legal ortamda faaliyetini sürdürüyor. 2023 Mayısı’nda seçimlere girdi ve Parlamentoya 57 milletvekili sokmayı başardı. Zaman zaman Meclis’i yönetiyor, komisyonlara girip Türkiye için çözüm arayışlarına katkı sunuyor vs.
31 Mart 2024’te de yerel seçimlere girdi ve 3’ü büyükşehir olmak üzere 10 ilde birinci parti oldu. Ayrıca 58 ilçe ve 7 beldenin de belediyelerini kazandı.
Seçim sonrası Türkiye haritalarında DEM rengi Doğu ve Güneydoğu’da geniş bir alanı kapsıyor. Ayrıca Doğu – Güneydoğu dışında da önemli bir Kürt varlığı – DEM oyu bulunduğu biliniyor.
31 Mart sonrasında ilk gerilim Van’da ortaya çıktı. Van’da oyların yüzde 55.8’ini DEM adayı Abdullah Zeydan aldı ancak mazbata ona değil, ikinci sırada oy alan AK Parti adayı Abdülahat Arvas’a verildi. Şehir ayağa kalktı ve sonunda YSK mazbatanın yeniden Abdullah Zeydan’a verilmesini kararlaştırdı.Doğru bulundu ama o birkaç gün içerisinde de “Kürt sorunu” diye kayda geçen sancılı alan bir kere daha kanatılmış oldu. Hikmet-i hükümet diye de ifade edilen “Devlet aklı” nerede ne yapıyordu bu işler olurken? Ya da kimi derinliklerde istenen tam da bu gerilimin yaşanması mıydı?
31 Mart’ın üzerinden 2 ay geçti, bu defa Hakkari’de ortaya çıktı gerilim odakları…Ayhan Bora Kaplan davası, Sinan Ateş cinayeti, Ankara Emniyeti’nde yaşananlar, Bahçeli ile görüşmeler…. Göreve geldiğinden beri ismi hep suç örgütlerine karşı operasyonlarla anılan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bu defa Hakkari’ye kayyım atanması işine girişti. DEM’den eş-başkan olarak seçilen Mehmet Sıddık Akış görevden alındı, yerine Hakkâri valisi Ali Çelik getirildi.
Peki gerekçe ne? İçişleri Bakanlığı bir gerekçe açıklamış ki, Sıddık Akış adına hakikaten kapkara bir dosya. Ama 2010’da soruşturması başlayıp 2014’te dava haline gelen, 60 celsedir görüşülen dosya. Neler yok ki.
“PKK/KCK yapılanmasında üst düzey görev aldığı, örgüt adına sözde sorgulamalar yapıp sözde vergi topladığı, yasa dışı yürüyüş, terörist cenazesi gibi eylemleri organize ederek eylemlere katılım sağlamak amacıyla halka ve esnafa baskı yaptığı, kepenk kapatmaya karşı çıkan esnafı PKK terör örgütü adına tehdit ettiği, PKK Bölücü Terör Örgütü’nün mahalle komisyonlarında da yer aldığı ve aynı zamanda sorumlusu olduğu, kırsalla irtibatını sürdürdüğü, küçük yaştaki çocukları ideolojik söylemlerle kandırarak örgüte katılımını sağladığı, Hakkâri merkezinde yardım ve yataklık faaliyetlerini sürdürdüğü, örgütün kırsal alanından merkeze eylem amaçlı gelen teröristleri evinde barındırdığı, PKK Terör Örgütü’nün kırsal alanındaki kamplarına giderek orada üst düzey örgüt mensuplarıyla görüştüğü, Hakkâri merkezinde örgüt karşıtı olan vatandaşları sözde vergi adı altında haraca bağladığı ve örgütten aldığı talimatlarla vatandaşları tehdit ettiği….
“Bu iddialarla Silahlı Terör Örgütünü Yönetmek, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Propagandası yapmak suçlarından Hakkâri 1. Ağır Ceza Mahkemesi 2014/173 esas sayılı dava dosyası bulunduğu ve yargılamanın devam ettiği…..”
Görevden aldıktan sonra dün 61’inci duruşma yapıldı ve Sıddık Akış 19 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Akış mahkemede herkesin aklına gelen soruyu sordu: “Neden 4 ay önce değil, neden 1 yıl önce değil, neden 4 yıl önce yapılmadı bu yargılama?” Sonra da yargılamanın siyasi olduğunu söyledi.
Zaten suçlamalar ortada iken ilk akla gelen şey “aday olmasına neden müsaade edildi” sorusu değil miydi?
Ardından “Acaba, mahkûm oluncaya kadar herkes suçsuzdur, şeklindeki masumiyet karinesi mi işletildi?” sorusu gelmeyecek miydi? Ardından “Masumiyet karinesi işletildi ise, görevden alınırken bir ceza mı almıştı?” sorusu, ve ardından “Görevden almaya gerekçe oluşturmak için mi alelacele yargılama yapılıp ceza yapıştırıldı?” sorusu… Geldik mi yeniden Süleyman Soylu’nun “Hukuk arkadan gelsin” mantığına…
İş gelip “Kürt sorunu”nda iktidar kanalıyla bir “siyasi bilinç yükleme operasyonu”na dönüşüyor. Van’dan sonra yapıldığı gibi belli ki “riskli görülen iller”de gösteri yasağı gibi özel önlemler alınıyor. Bu gerilim ortamları, kadın – erkek her yaştaki insanda ayrımcılığa uğradıkları bilincini oluşturuyor. Bunu ise dışarda- içerde Amerika’daki odaklar da kullanıyor Avrupa’daki odaklar da…
Devlet Bahçeli’nin bu operasyonlara sahip çıkarken dili “Demir yumruk”tan aşağı inmiyor. Herkesin ne kadar hain veya vatansever olduğunun kumpası (ölçüm aleti) onun elinde.
İktidarın Ak Parti kanadı ise, nerede ise akıntıya kürek çekme rolünde… Hani insan “Var mısınız?” diye sormak istiyor. Türkiye bu “Bahçeli dili”yle nereye sürükleniyor, farkında mısınız, diye sormak istiyor insan….
Yorumlar kapalı.