Mahfi Eğilmez’in “AKP’nin ekonomideki kırmızıçizgileri” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
“AKP, yönetimi iktidara geldiğinde bu sorunu doğru okudu ve nedenin bütçe açıklarının dizginlenememesi olduğunu gördü. Sonraki bütün politikalarının önceliği hep bütçe açığının düşük tutulmasına yönelik oldu. Buradaki limit de Maastricht kriteri olarak belirlenmiş olan yüzde 3 tavanıydı. AKP hükümetleri, bu limitin altına 2005 yılında inmeyi başardı ve yirmi yılı aşkın iktidarları süresince 2009 yılı (yüzde 5,3) ve 2020 yılı (yüzde 3,4) dışında yüzde 3 limitini hiç aşmadı.
Büyümenin kırmızıçizgi olarak kabul edilmesi de büyüme oranıyla iktidarın seçimlerde aldığı oy oranı arasındaki pozitif ilişkiden kaynaklanıyor. Bu konuda daha önce yazdığım yazılarda bu ilişkiyi incelemiş, iki değişken arasındaki korelasyon katsayısını 0,81 hesaplamıştım. Büyümenin yüzde 5 ve üzeri olduğu dönemlerde Türkiye’de piyasada pek sıkıntı çıkmıyor, işsizlik oranı artmıyor hatta azalıyor. Yüzde 5 bir anlamda Türkiye için potansiyel çıktı ile sağlanan büyüme oranı gibi kabul edilebilir. AKP, baştan beri bu ilişkinin farkında ve ne pahasına olursa olsun büyümeyi ortalama yüzde 5 düzeyinde tutmayı hedefliyor. Gerçekten de 20 yılı aşkın iktidarı süresince AKP, yüzde 5,5 büyüme ortalamasını yakalamış bulunuyor. Büyümenin küçülmeye veya düşük kalmaya yöneldiği yıllarda oy kayıpları ortaya çıkmış. Bu nedenle büyüme oranı AKP için ikinci kırmızıçizgiyi oluşturuyor.
Bu ikisi dışındaki göstergeler bu yirmi yıllık dönemde hiçbir zaman bunlar kadar önemli olmadı. Örneğin enflasyonla mücadele hep öne çıkarılmış göründü ama asıl hedef bütçe açığını tutmak ve büyümeyi yükseltmek olduğu için enflasyonla mücadele sözde kaldı. Çünkü enflasyonla ciddi mücadele ilk başlarda büyümeden fedakârlık getirecek bir faiz artışını gerekli kılıyor. Bu noktada üçüncü bir kırmızıçizgi olarak faiz çıkıyor karşımıza.
Faiz, yatırımlar için düşük olması gereken bir gösterge. Çünkü yatırımlarda kullanılacak sermayenin maliyeti, o yatırımdan elde edilecek getiriden yüksek olursa yatırım yapmak akıllıca olmaz. O zaman yatırımcı, yatırım yapacak yerde parasını faizde değerlendirmeyi tercih eder. Yatırım olmayan yerde de büyüme, kapasite artırımıyla sınırlı kalır, o da bir noktadan öteye gidemez. Bu durumda faizlerin düşük kalması gerekir.
Bu noktada karşımıza bazı çelişkiler çıkıyor: AKP, oy oranını düşürmemek için büyümeyi yüksek tutmak zorunda. Merkez Bankası, hükümetin büyüme yaklaşımını desteklemek için politika faizini düşük belirleyince bu kez enflasyon alıp başını gidiyor. Seçimlerde verilen sözler yerine getirilip kamu harcamaları artacağına göre bütçe açığı da artacak. İşte bu noktada çelişkileri çözmek üzere denk bütçe çarpanı devreye sokuluyor.
(…) Enflasyonla mücadelede talebi düşürecek politikalar büyümeyi de düşüreceği ve hükümet böyle bir durumu istemediği için iki yıldır denk bütçe çarpanı eşliğinde büyümeyi korumaya çalışıyor. Bunu yaparken bir yandan kamu harcamalarını artırarak iç talebi ve dolayısıyla ekonomiyi canlandırıyor bir yandan da harcama artışının yaratacağı bütçe açığı artışını ve enflasyona katkısını önlemek için aynı miktarda vergi gelirlerini artırıyor. Böylece denk bütçe çarpanını kullanarak büyümeyi yüksek tutmanın yanı sıra bütçe açığını da artırmamış oluyor.
(…) Türkiye, iki yıldır bu modeli deniyor. Ne var ki bu model burada tanımlandığı gibi olumlu etkiler yaratmıyor. Merkez Bankası faizi düşük tuttuğu için enflasyonu önleyemiyor, insanlar paradan kaçarak ihtiyacı olan veya olmayan her şeyi satın almaya koşuyor ve bu yaklaşım enflasyonu yukarı itiyor.” (HABER MERKEZİ)