Çimento fabrikasının yapılması durumunda 11 köyü, bölgedeki göletleri ve Çine Barajı’nı besleyen Deştin Çayı’nın kuruyacağına ve köyün de yok olacağına dikkat çeken köylüler, yetkililerin fabrikadan vazgeçmesini istiyor.
Çimento fabrikasının yapılmaması için yaklaşık 30 yıldır mücadele ettiklerini belirten Orman Genel Müdürlüğü’nden emekli Deştinli orman işçisi Erol Çetinkaya, ANKA Haber Ajansı’na şunları söyledi:
“Buraya 25-30 yıldır çimento fabrikası yapılmak isteniyor. Deştin Çayı, Kazan Göleti’ni besliyor. 11 tane köy var: Alaşar, Şeref, Deştin, Suluyer, Kuyuveren… Buralardan içme suyu basılıyor. Çimento fabrikası yapılırsa patlama olacak, patlatacaklar. O zaman bizim içme sularımız yok olacak. Burada 11 tane köy bahçe yapıyor, buradan geçimini sağlıyor. Kazan Göleti’ni besliyor, Çine Barajı’na kadar gidiyor Deştin Çayı. 25-30 yıldır biz, çimento fabrikasını yapılmasını istemiyoruz. Yapılırsa ne olacak? Hayat bitecek, sular kesilecek, Deştin Çayı yok olacak. 11 tane köy bahçe yapıyor, mısır ekiyor, ziraat işleriyle uğraşıyorlar. Onun için çimento fabrikasını istemiyoruz. 7 bin 751 dönüm, 13 tane ocak açacaklar. O zaman orman da yok olacak, orman yok olursa da sular da yok oluyor. Yumaklı Dağı var, ‘İlk önce oranın ruhsatını aldık’ diyorlar ama Yumaklı da kalkacak, ileride Deştin kalkacak, Alaşar kalkacak. Bunlar otomatikman etkilenecek, su olmayınca burada yaşam olmaz ki. Bunu anlamamız gerekiyor. Yetkililerin ilgilenmesi gerekiyor. Buraya gelsinler, görsünler. 25-30 yıldır niye mücadele ediyor bunlar? 11 bilirkişi, ‘Buraya fabrika yapılamaz’ dedi, ‘Burada Bayır Barajı var, Kazan Göleti var’ dedi. 11’i de mahkemelik rapor istedi, önceki bilirkişi 96 sayfalık rapor istedi. İlk raporda 40 sayfa gitti. Bugün yarın bir karar çıkacak herhalde. Zaten ÇED’in bir hükmü de kalmadı. 9 bilirkişi demiş ki, ‘Buraya fabrika yapılamaz.”
Deştin’de yaşayan bir yurttaş bölgede var olan termik santralin yanı sıra bir de çimento fabrikası kurulmasının bölgede yaşamı yok edeceğini belirtti.
Köylü kadın, şunları söyledi:
“Çimento fabrikasının zararlı olduğunu düşünüyoruz. Bizi zehirleyen termik var zaten, bu ikinci zehri istemiyoruz. Çünkü bizim bu yaşam alanlarımız yok olacak. ‘Fasulye 100 lira’ diyorlar, ‘Börülce 100 lira’ diyorlar. 200 lira olsun, yetişen olmayınca nereden olacak? Biz suyun altında hep bunları yetiştiriyoruz. İklim değişiyor, çimento fabrikasını istemiyoruz, 30 yıldır bununla mücadele ediyoruz. Bizi biraz daha dinlendiriyorlar, arkasından bir şey daha. Bütün köylere, ovalara, barajlara destekliyor. Köylerin sulama araçlarını, barajların dolmasını, her şeyi destekleyen bu suyun pınarı. Bu pınarların kaybolmasını istemiyoruz. Bu çimento fabrikaları olursa ormanlarımız kesilirken su kaynaklarımız yok olacak. Biz sularımızın yok olmasını istemiyoruz. Durduğumuz alanlardan göç etmek de istemiyoruz çünkü biz göçen köyleri izledik. Biz göçmek de istemiyoruz yaşlımızla, gencimizle; az, çok. Köylü olarak kalmak istiyoruz biz. ‘Faydası olacak diyenler’ var, zararı olacak, biz onu iyi biliyoruz. Neden bu kadar uzaklardan söktüler makinaları da geldiler bizim memleketimize kurdular? Yaşam alanlarının içine kurdular? ‘Muğla turizm yeri’ diyorlar, alıp gelip bir fabrika oturtuyorlar. Yurtsuz, yersiz bırakacaklar bizi. Biz, bu dağlarda koyun güttük, pınardan suladık, gölgede oturduk. Topraklarımızı kaybetmek istemiyoruz, bu bizim yaşam alanımız, buna can dayanmaz.”
Deştin köyünde yaşayan bir yurttaş da fabrikaların ve santrallerin bölgede yaşayanları hasta etmesine ve kendilerine yardımcı olması gerekenlerin sermaye sahiplerinden yana olmasına şöyle tepki gösterdi:
“Astım hastasıyım, bir çanta ilaçla duruyorum. Biz zaten termik santralinden dolayı yeterince mustariptik, dertliydik bu konuda. Onlar kaldırılsın isterken, getirdiler bir de çimento fabrikasını bu doğanın, yeşilliğin içine. Bizim çocuklarımız hasta doğuyor, evde hasta olan herkes kanserli çıkıyor. ‘Yatağan’ın kanserlileri, Muğla’nın kanserlileri geliyor’ deniyor. Hastanelerde bunları bir de kulaklarımızla duyuyoruz, çok acı. Her hastamızın kanser olduğunu haber alıyoruz, çok acı. Biz bunları yaşarken zengin şirketlerden tarafa duruyorlar, biz ona yanıyoruz. Bizim muhtarlarımız, belediye başkanlarımız köylüden tarafa olmadı, hiç bilgilendirmeden yaptılar. Biz, 30 yıl önce zaten bunu durdurduk, mahkemelerimiz var kazanılmış ama bizi hiçbir şey yapmamış gibi getirip, büyük balık küçük balığı yutar hesabı bize böyle yaptılar. Allah’ından bulsunlar, onları Allah’a havale ediyorum. Bu çimento fabrikasının olmaması için elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız da. Biz ölürüz, topraklarımızı vermeyiz, bu suyumuzu vermeyiz. Bu bizim içme suyumuz. Atalarımızdan beri bizim kendi sularımız bunlar. Bu suların kaynakları, gözleri kayacak. Orada mermer fabrikası koymuşlar, orada çimento fabrikası koymuşlar. Muğla’mıza bunu yapanlar Allah’ından bulsun. Turizm Bakanları, Orman Bakanları nerede, soruyorum ben. Bizim ciğerimiz yanıyor; onlar, biz paramıza nereden para katarız diye uğraşıyor. Ben, böyle bir adaletsizlik görmedim. ‘Köylü, milletin efendisidir’ demiş Atatürk, hani nerede? Hak yok, hukuk yok, inanç yok, hiçbir şey yok. Köylünün yanında, zayıfın yanında olan yok. Para, varsa yoksa para. Yesinler parayı, su içmesinler; bizim ağaçların gölgesinde oturmasınlar, bizim köyümüzü bize bıraksınlar. Defolsunlar gitsinler Muğla’dan. Muğla turizm memleketi, turizm geldi diye sevinenler bile bizim yanımızda olmadı. Biz kendi kendimize mücadele ediyoruz. Bizim muhtarlarımız, seçildiler. Onlar sanki şirketler için seçilmişler. Topraklarımızı, yaşam mücadelemizi veriyoruz, onlar defolup gitsinler.”