1. Haberler
  2. Ankara
  3. Gündem
  4. Ortadoğu’da Türkiye’yi Bekleyen Gizli Tehlikeler ve Ankara’nın Kritik Yanlışları!

Ortadoğu’da Türkiye’yi Bekleyen Gizli Tehlikeler ve Ankara’nın Kritik Yanlışları!

featured

Ali Babacan, İsrail’in kuruluşundan bugüne “yayılmacı” ve “işgalci” bir devlet politikası izlediğini, Filistin topraklarını parça parça işgal ederek Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı yüzlerce yasa dışı yerleşim yeri kurduğunu vurguladı. Batı Şeria haritasının adeta “kevgir bir delik” gibi yüzlerce yerleşkeyle dolu olduğunu, buralara yerleştirilen radikal ve silahlı kişilerin Filistin topraklarında kaleler oluşturduğunu söyledi. İsrail’in Lübnan’a sık sık saldırdığını, Suriye’de Golan Tepeleri’ni işgal edip ilhak ettiğini ve güçlü bir Suriye istemediğini, Suriye’nin bölünmüş ve zayıf kalmasını arzu ettiğini belirtti. İsrail’in şimdilerde ise İran’a saldırmaya başladığını, bunun özünde İran’ın nükleer programı meselesi olduğunu ifade etti. Burada büyük bir çelişki olduğunu çünkü İsrail’in kendisinin nükleer silahlara sahip olduğunu, ancak başkalarında olmasını istemediğini dile getirdi. Dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in “ilk kullanan biz olmayacağız” sözleriyle İsrail’in nükleer silahlarının varlığını ağzından kaçırdığını hatırlattı. Eğer kitle imha silahlarına karşı olunduğunu savunuluyorsa, İsrail’in de nükleer silahlarını yok etmesi gerektiğini belirtti ve İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na üye olmadığını, hiçbir uluslararası kurala tabi olmadığını ekledi.

Babacan, kendi Dışişleri Bakanlığı döneminde (P5+1 ve İran arasındaki) müzakerelerin tıkandığında dönemin Almanya Dışişleri Bakanı (şimdiki Cumhurbaşkanı) Steinmeier’in kendisini arayarak arabulucu olmalarını istediğini açıkladı. Türkiye’ye güvenildiğini belirterek, bu süreçte uzun bir çalışma yürüttüklerini ve nihayetinde bir anlaşmaya varıldığını, bununla birlikte İran’la savaş riskinin durdurulduğunu ve İran’ın tamamen şeffaflaştığını söyledi. Ancak, dönemin ABD Başkanı Trump’ın 2017’de bu anlaşmayı yırtıp çöpe attığını ve İran’a yönelik saldırılarda bunu bir bahane olarak kullandıklarını eleştirdi. İran’ın nükleer silaha sahip olup olmadığının henüz kanıtlanmış bir bilgi olmadığını, 2017’ye kadar İran’ın her şeyi uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na açtığını ve denetimlerin muntazam yapıldığını belirtti. Nükleer teknolojiye sahip bir ülkenin istenirse silah da üretebileceğini, zira barışçıl amaçlı zenginleştirilmiş uranyum ile atom bombası için gereken uranyum üretimi arasındaki farkın santrifüjlerin dönme süresiyle ilgili olduğunu anlattı. Bu nedenle teknolojisi olan ülkelerin şeffaf olması gerektiğini vurguladı. Babacan, 2017’deki anlaşmanın neden bozulduğunu ve net bir uluslararası rapor olmadan İran’a saldırılmasının nedenini sorguladı. İsrail’in bu saldırganlığının uluslararası hukuka aykırı olduğunu, hukuksuz olduğunu ve bunun temelinde İsrail’in gelecekte kendisine karşı çıkabilecek ülkeleri etkisizleştirme niyetinin yattığını söyledi. Babacan’a göre, uluslararası kamuoyu İsrail’in bu “şımarıklığına, hukuksuzluğuna ve vurdumduymazlığına” dur demezse, İsrail sadece bölge için değil, tüm dünya için büyük bir baş belası haline gelebilir.

Nükleer sorunların masada çözülmesi gerektiğini savunan Babacan, müzakere masasının İran’a onurlu bir çıkış kapısı sunması gerektiğini, “dize çökertme” masası olmaması gerektiğini ifade etti. Kendi dış politika ekibinin daha önceki müzakere masasının başarı şansının 1/3, savaşa gitme ihtimalinin ise 2/3 olduğunu öngördüğünü ve savaşın gerçekleştiğini dile getirdi. Amerika ve İran’ın baş başa bırakılarak bir anlaşmaya varılmasının mümkün olmadığını, her iki tarafın da güvendiği muteber ve tarafsız birkaç ülkenin masaya oturması gerektiğini söyledi. İran’da rejim değiştirmenin dışarıdan mümkün olmadığını, İran’ın kendi iç dinamikleriyle değişmesi gerektiğini, aksi takdirde Türkiye için de ciddi sorunlar yaratacağını belirtti. İran devriminde 2 milyon insanın Türkiye’ye göç ettiğini hatırlatarak, İran’da yeni bir istikrarsızlığın en çok Türkiye’yi etkileyeceğini dile getirdi.

Babacan, İsrail’in bu “kudurma haliyle” saldıran bir aktör olduğunu belirterek, bölgedeki ülkelerin nükleer silaha sahip olmasının bir “tedbir” olup olamayacağı sorusuna, bunun “nükleer tırmandırma” anlamına geldiğini ve soğuk savaş döneminde dünyanın bunu denediğini, nükleer silahsızlanma anlaşmalarıyla bu durumdan vazgeçildiğini söyledi. Türkiye olarak öncelikli tercihlerinin bölgede nükleer silah dahil tüm kitle imha silahlarının yok edilmesi olduğunu vurguladı. Ancak, eğer ulusal tehdit olarak görülebilecek ülkelerin daha fazla nükleer silaha sahip olması durumunda Türkiye için bunun “kaçınılmaz” olabileceğini, ulusal çıkarlarını korumak ve gereksiz tavizler vermemek adına bu işe girmek zorunda kalınabileceğini belirtti. Ancak bunun “çok ileriki bir aşama” olduğunu ve insani bir durum olmadığını ekledi.

Türkiye’nin bir füze savunma sistemine ihtiyacı olduğunu da belirten Babacan, Suriye tehdidi karşısında NATO’dan Patriot bataryaları talep edildiğini ve bunların kurulduğunu hatırlattı. Türkiye’nin bu sistemlerin teknolojisini öğrenmek ve kendi envanterine almak istediğini, ancak ABD’nin Patriot satışını reddettiğini ve mevcut bataryaları geri çektiğini dile getirdi. Bunun üzerine Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemleri almasının bir tepki olarak oluştuğunu savundu. Ancak S-400’lerin NATO sistemine karşı üretilmiş bir teknoloji olması nedeniyle Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarıldığını, parasını ödediği uçakları teslim alamadığını ve F-16 tedarikinde de sorunlar yaşadığını anlattı. Babacan, ABD’nin Türkiye’yi gerçek bir müttefik gibi tutmaması nedeniyle suçlu olduğunu, ancak Türkiye’nin mevcut hükümetinin de uluslararası politikada “güven sarsıcı adımları” ve “zigzakları” olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin dış politikasındaki “yalpalara” örnek olarak, Mısır’la ilişkilerin normalleştirilmesi, Suudi Arabistan Veliaht Prensi ile kucaklaşma, BAE ile yeniden yakınlaşma ve İsrail’le 7 Ekim saldırılarından sadece üç hafta önce New York’ta Netanyahu’nun ağırlanmasını gösterdi. Babacan, tüm bu adımların Türkiye’nin uluslararası itibarını çok gerilettiğini ve güvenilir bir aktör olmaktan uzaklaştırdığını belirtti. 2008’deki Rusya-Gürcistan Savaşı’nı durdurmada ve İran’ın nükleer programı konusunda oynadıkları aktif ve itibarlı rolü hatırlatarak, o dönemdeki güçlü ekonomi ve güvenilirliğin diplomasiyi kolaylaştırdığını vurguladı. Mevcut Türkiye yönetiminin kendi eliyle ekonomisini batırdığını, enflasyonu patlattığını ve “Allah’ın verdiği aklı kullanmayarak” yanlışlar yaptığını, bu nedenle dışarıda sözünün ve gücünün kalmadığını üzülerek dile getirdi. Gazze konusunda “bağırıp çağırmaktan başka sıfır etki” görüldüğünü, 2009’daki “One Minute” olayında dünyanın sarsıldığını ancak şimdiki durumun tam tersi olduğunu ifade etti.

Dünyada 2008-2009 ekonomik krizinden sonra 2017-2018’den bu yana “yüzyılın en büyük demokrasi ve uluslararası hukuk krizinin” yaşandığını, kural bazlı dünya düzeninin aşındığını ve “gücü gücü yeten” bir orman kanununun hüküm sürdüğünü söyledi. Türkiye’nin bu kaos ortamında hukuk, adalet ve demokrasiyle kendisini ayrıştırarak yeniden itibarlı bir ülke olma şansı olduğunu belirtti. Ekonominin kolayca düzeltilebileceğini (bir ayda kurumların ayağa kalkacağını, 6 ayda ekonominin nefes alacağını, 2 senede enflasyonun tek haneye ineceğini) ancak asıl vaktini mahvolmuş yargı, eğitim ve sağlık sistemlerini reforme etmeye harcayacağını dile getirdi. Hukuk ve adalet olmayınca ne ekonomi ne de uluslararası itibar olacağını vurguladı.

Türkiye’deki sorunların temelinde “güç zehirlenmesi” yattığını ifade eden Babacan, AK Parti’nin kuruluş belgelerinde liderlerin üç dönemle sınırlanmasının “lider sultanlığını” engellemek için olduğunu hatırlattı. Nobel iktisat ödülünde dahi uzun süre iş başında kalan liderlerin yozlaşmaya yol açtığının tespit edildiğini belirtti. Merkel örneğini vererek, en başarılı olduğu dönemde bile tekrar başbakanlık yapmayı reddedip görevi bıraktığını, çünkü bunun doğru olmadığını ve ülkeye zarar vereceğini düşündüğünü dile getirdi. Kendi ayrılış nedeninin de AK Parti’nin kuruluş değerlerinden sapması, yolsuzluklar ve menfaat şebekelerinin başını alıp gitmesi olduğunu söyledi. Bir banka şube müdürünün dahi 5 yıldan fazla aynı yerde tutulmamasının gerekliliğini örnek vererek, kişisel ilişkilerin kuralların önüne geçmesinin kuruma zarar verdiğini ifade etti. Son olarak, Türkiye’de tüm devlet gelir ve harcama yetkisinin cumhurbaşkanının tek elinde olduğunu, maliye ve hazinenin harcama yetkisinin alındığını, bunun da denetimi ortadan kaldırdığını ekledi.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Ortadoğu’da Türkiye’yi Bekleyen Gizli Tehlikeler ve Ankara’nın Kritik Yanlışları!
Yorum Yap

You Can Subscribe To Our Newsletter Completely Free

Don't miss the opportunity to be informed about new news and start your free e-mail subscription now.

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Ankara Gündem Son Dakika Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Sosyal Medyada Biz
KAI ile Haber Hakkında Sohbet